27 Temmuz 2009 Pazartesi

OSMANLI BANKASI VE İSTANBUL EMNİYET SANDIĞI


Osmanlı Bankası ve Galata'nın yazılabilecek çok fazla hikayesi vardır. Galata, İstanbul'un en eski yerleşim birimlerinden ve çok merkezi, ayrıcalıklı bir semt. Anlatılacak çok hikayesi olması normal tabi.

Banka ise; benim gibi uzun yıllarını bu mesleğe vermiş birisi olarak bu konuda da söyleyecek epey bir lafınızın bulunması anlamına geliyor. Yeter ki (her ne kadar atalarımız eskiye merak olsaydı bit pazarına nur yağardı demiş olsalar da) geçmişe meraklı insanlar bu sayfayı okumaya çalışsınlar. Neler yazılır neler.

Osmanlı Bankası'nın Bankalar Caddesi'ndeki kuruluşu genelde çok fazla bilinen bir hikaye. Devre damgasını vurmuş bir kurum Osmanlı Bankası. Özellikle de Osmanlı Bankası baskını bir hayli gürültülü bir olay. Ermeni Taşnak örgütü, Sason ve Zeytin kargaşalarından sonra Fransa, İngiltere ve Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskısından da faydalanarak daha büyük problemler de yaratabileceği düşüncesiyle bu defa doğrudan sermayeyi hedef alır. Bunun için de meşhur Osmanlı Bankası baskınını gerçekleştirirler.

Osmanlı Bankası çok uluslu bir kuruluştu. Batılı devletler kolaylıkla müdahale edebileceklerdi. 1896 yılında çok sayıda silah ve bombalarla bankayı bastılar. 150 den fazla kişiyi rehin alarak isteklerini belirttiler. Osmanlı askerleri ile çatışmaya girildi ve çok sayıda insan hayatını kaybetti. Sultan Abdülhamit batılı devletlerin baskısı sonunda banka müdürünün yatıyla baskıncıların bir Fransız gemisine binerek gitmelerine izin verdi ve müfettiş tayin ettirerek soruşturma başlattı. İngiltere, Fransa ve Rusya'yı daha fazla müdahale etmemeleri konusunda uyardı. Suikast başarılı olsaydı İstanbul'un bazı kilit noktaları havaya uçurulacaktı.Osmanlı Bankası da bu kilit noktalardan biriydi.

Ben, Galata'daki eski Osmanlı Bankası şimdiki garanti bankası binasındaki Osmanlı Bankası Müze'sini büyülenmiş bir ruh hali içinde gezdim. Orda, günümüzün yaklaşık 150 yıl öncesinin belgeleri ve havası yanında hayatımın 30/31 sene öncesini de yaşadım. Sultan Abdülaziz ve II.Abdülhamit'in sadrazamı, Jön Türk Mithat Paşa'nın 1863'te kurduğu, bugünkü Ziraat Bankası'nın temellerini oluşturanMemleket-i Menafi Sandıklarının hikayesi ile örtüşüyordu gördüklerim. Belki de ben hayalimde ikisini birleştirdim, o havayı teneffüs ettim.

1970'li yılların ortalarında , bir gün Sultanhamam'da yürürken önünden geçtiğim bir banka şubesi, mimarisi ve yarattığı görünümüyle dikkatimi çekti. İçeri girdim. Şubeyi çok beğendiğimi ve böyle bir mekanda çalışmak istediğimi söyledim. Çok normal bir durum değildi ama yadırgamadılar ve beni Cağaloğlu'nda bulunan merkezlerine yönlendirdiler. Valiliğin biraz yukarısındaki Milli Eğitim Binasıyla bitişik, Yerebatan Sarnıcı Caddesinin Cağaloğlu tarafında bulunan çift mermer merdivenli girişli, şimdi Ziraat Bankası'nın kullanımında olan binaya.

Niş, Bağdat ve Tuna Valilikleri sırasında çalışkanlığı, yaratıcılığı ve ilericiliği ile gündeme gelen Mithat Paşa, yerel odaklı çözümler üretiyor , hayata geçirerek başarılı oluyordu. İmparatorluk yoksuldu ve yayılmış olduğu alanın büyüklüğü ve devrin bunalımı dolayısıyla kontrolsüzdü. Verginin toplanması ve kullanılması gittikçe olanaksız hale geliyordu. Memleket 3 kıtaya yayılmıştı ama bir kargaşa içindeydi. Büyük toprak parçaları kaybediliyordu. Ekonomi sıfırlanmıştı. Aynı anda birkaç cephede birden savaşılıyor, üretimsiz bir anayurt ve eyaletler topluluğu yokluğun pençesinde kıvranıyordu. Müslüman ahalinin erkekleri cepheye gidiyor ve dönmüyorlardı. Yanık türkülere konu olan "redif" (15 yaşındaki çocuk asker) taburları düşmana karşı sürülmeye başlanmıştı. İşte böyle bir ortamda Mithat Paşa (günümüzde de acilen yapılması gereken) çözümler üretiyor ve uyguluyordu.

İmparatorluğun merkezinden hiçbir talepte bulunmuyor, vali olarak atandığı bölgelerdeki atıl varlığı ve istihdamı harekete geçiriyordu. Yollar, köprüler sulama kanalları yaptırıyordu. Bayındırlık, asayiş, eğitim ve ticarette büyük başarılar sağlıyor, posta idaresleri kurduruyor, üreticinin bir araya gelerek yardımlaşabileceği sandıklarla finansman yaratarak o bölgenin kendi kaynaklarıyla üretime geçmesini sağlıyordu. Sultan Abdülaziz Avrupa gezisi dönüşünde Tuna'ya uğramış, Vali Mithat Paşa'nın sağladığı imar ve şehirleşme karşısında şaşırmış ve Avrupa'nın hangi şehrine geldik diye sormuştu.

Fakat Mithat Paşa ile II.Abdülhamit arasındaki müthiş mücadele bitmiyordu. Verilen görevden geri alınıyor, alternatifsiz kişiliğiyle tekrar aynı göreve iade ediliyordu. Sultan Abdülaziz'de, II.Abdülhamit'de ne onsuz olabiliyor nede onunla kalabiliyorlardı. Niş, Bağdat, Tuna, Edirne, Selanik, İzmir, Erzurum valilikleri de iki devlet yöneticisinin arasındaki çekişmeden ve bu Jön Türk paşasının vazgeçilemez özelliklerinden kaynaklanıyordu. Taki Tayif zindanlarında, hala tartışma konusu olan ölümüne kadar..

Bulgaristan ihtilali sırasında Rusya tarafından ihtilali engelliyebileceği düşünülerek saray vasıtası ile İstanbul'a getirtilen Mithat Paşa, Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok Türk filmine ve romanına da konu yaratacak olan, tarımda finansman yaratmak amaçlı İstanbul Emniyet Sandığını kurmuş ve yazımızda anlatılan binada hayata geçirmişti. (1868) Kurulan bu yardımlaşma sandıkları, üreticiye ikrazat yaparak (borç vererek) tarımı sübvanse ediyor ve hayat standardının yükselmesini sağlıyordu. Çok başarılı olmasalar da biraz değişerek devam ettiler ve 1975 yılında bir Cumhuriyet devri apartmanın giriş katındaki Moda Şubesinde ben de kadrolarına dahil oldum. 1983 yılı sonunda Ziraat Bankasına devrolunana kadar belki de Osmanlı Bankası ile birlikte Türkiye'de gerçek bankacılığı sessiz sedasız yaptılar.

Ben Osmanlı Bankası arşivinde biraz onu gördüm. Gerçek bankacılık diyorum. Çünkü ciddi anlamda para satışı yapıyordu.İşlemler on-line bağlantısız olarak merkezde bilgisayar ortamında kayıt altına alınıyordu. Bizde bankacılıkta, bilgisayar, faks, teleks 1980 li yılların ortalarında kullanılmaya başlandı. Halbuki 1975 yılından çok öncesinde Emniyet Sandığı'nda Bilgi-işlem merkezi vardı. Cağaloğlu'ndaki Merkez Binanın girişinde sağda, boydan boya camlı bir bölme ile kapatılmış olan birimde kocaman kocaman makineler ve genç ekibiyle Abdullah Bey o zaman İstanbul'un göbeğinde sesiz sedasız modern bankacılık yapıyorlardı. Türkiye'nin neresinde olursa olsun Emniyet Sandığı'nın herhangi bir şubesinde açılan bir hesap, sahibinin adı, doğum tarihi, mesleği ,baba adı, cinsiyeti ile şifrelendirilerek bilgi işlem merkezine bildiriliyor, hesap üzerindeki her hareket merkezde kayıt altına alınarak sene sonu veya vade sonlarında merkezden hesaplanan faizlerle takip ediliyordu. Şubeler, yangın sel, deprem vb. afetlerle yok olsalar bile merkez kayıtlarıyla müşteri mağduriyeti önleniyor ve memleketin en eski bankasında en modern bankacılık icra ediliyordu.
İstanbul Emniyet Sandığı gayrimenkul ipoteği koyarak halka düşük faizli borçlandırma yapıyordu. Moda Caddesi üzerinde ortalama 40.000 Liraya satılan kaloriferli, lüks dairelerden birinin 25.000 lirasını, 2 sene vade ile borçlanarak Emniyet Sandığı'ndan alabiliyordunuz. Alınan paranın nereye harcandığı kontrol edilmiyor, sadece bir gayrimenkul ipoteğiyle risk önlenmiş oluyordu. Merkez Şubede her gün, Kadıköy Şubesinde haftada bir gün uzman altın eksperleri marifetiyle altın ve gümüş karşılığı da ikrazat yapılıyordu. Rehin alınan mücevherler, kıymetli küçük objeler mühürlenip bankanın çelik kasalarında koruma altına alınıyordu. Henüz yastık altı birikimin fazla olduğu günlerdi. Sırf saklama güvencesiyle bu ikrazat (borçlandırma) yaptırılıyor, alınan kredi ertesi gün ödenerek faiz işlemesi önleniyor çok küçük bir tutar borç bırakılarak ziynetlerin saklanması sağlanmış oluyordu.

Memuriyete başladığım ilk gün bankoya oturur oturmaz karşıma gelen, müşterilerin hiçbir zaman göremeyeceği 3 küçük tabelayı aktarmadan edemeyeceğim.
*Müşteri daima haklıdır
*Gülümse daima gülümse
* ?
Aktarmak isteyip de hatırlayamadığım 3. tabela için affınıza sığınıyorum. Yaşlılığıma verin lütfen ! Fakat, müşteri memnuniyetinin hedef alındığı bunlara benzer bir cümleyi içeriyordu. Hizmet sektöründeki iş anlayışımda hep uygulamaya çalıştım ben bunları. Aradan uzun yıllar geçti. Çalışma hayatına ilişkin anlayışlar çağa uygun değişiklikler gösterdi. Şimdi afaki kalıp, uygulamaya girmese de, bireyin işindeki mutluluğu önemseniyor (yanlış anlaşılmasın bizdeki çalışma hayatı değil) ve işine yansıyacağı kabul ediliyor. İşte bu anlayış o kurumda mevcuttu. Bunu bir şekilde yakalamışlar ve yerleştirmişlerdi. Emniyet Sandığı'ndaki iş anlayışı çalışan bireyin esareti üzerine kurulmamıştı. Belki bugün garipseyeceksiniz ama en alttaki bir çalışan ,devlet memuru olmasına rağmen, çok kolay bir şekilde Personel Müdürü ile görüşebiliyordu. Düşününce bulamadığım bir iş saygısı ile kurulu bir öz disiplindi. Bu büyük hazım olayı, adını koymadıkları ama bir ekip çalışması, takım ruhu olduğuna bu gün yüzde yüz inandığım o çalışma ortamı, büyüsünü geçmişinden almış, o güne taşımıştı. Seneler sonrasında bu kadar özlemle anlatabilme mutluluğunu yaşamak da güzelmiş. Televizyonun olmadığı, radyonun kültüre büyük ölçüde katkıda bulunduğu yıllardı benim Emniyet Sandığı'na başlama tarihim.

Haftanın belirli günlerinde akşam geç saatlerde TRT ile İstanbul Emniyet Sandığı'nın ortaklaşa yaptıkları Radyo Kültür yayınlarından da tanıyordum bankayı. Daha sonra Kadıköy Şubesinde çalışmaya başladığımda şubenin arşivinde bulduğum eski Kültür yayınları sayılarından alıp kitaplığımda biriktirdim. Ama ne yazık ki bugün onlardan bir tane bile mevcut değil. Ne olduklarını bilmiyorum. Kitaplar gitmiş ama hatıralar aynı tazeliğiyle biraz hüzünlü duruyorlar.

Evet, aynı zamanda aynı İmparatorluk sınırları içinde bankacılık yapmış iki kurumdu İstanbul Emniyet Sandığı ve Osmanlı Bankası. Farklı şekillerde, farklı amaçlarla kurulmuş olsalar da, sonları da birbirine benzedi. Ayrı ayrı zamanlarda başka bankalara devredilerek kapatıldılar. Binalarındaki duvarların dili yok, konuşup anlatamıyorlar. Ama tarih onları yazıyor. Birisinin küçük müzesinde olabildiğince büyük bir geçmiş çok güzel bir şekilde gösterime sunulmuş. Diğeri mi ? Benim gibi pek çok insan orda yaşadığı tatlı hatıraları yad ediyor hala. Dinleyeni ve okuyanı olursa anlatmaya hazır bir şekilde.

Yazı : Bilsen GÜRER
bgurer@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder